İblis'in Minyatürü
Bizi ilk öpüşün zehri mi ayakta tutuyor, yoksa son fısıltının kanserli yansıması mı?
...
Hayır aşkım bizi ayakta tutan; senin kalbinin etrafına ördüğüm, yasanın ve tanrının lanetiyle mühürlenmiş o ipek iplikten kırkayak rüyası gibi tiksindirici ve görkemli olandır.
Yüz erdemin toplamı, tek kusurun görkemli karmaşasını asla yakalayamaz. Toplumun mezarlık sessizliğini, senin uykusuz dudaklarının paslı bir neşter gibi attığı çığlıkta dinliyorum.
Hata yapmaktan yorulmuş melekleriz. Cennetin sıkıcı mimarisine karşı, cehennemin neon ışıklı, küflü kulübesini tercih edenlerden...
Bil ki romantizm, çürümüş cesedin tenini saran dantel kumaşla yeniden diriliş masalından ibarettir; ve biz o kumaşı çoktan yaktık!
En saf aşk, ancak çürümenin kokusuyla demlendiğinde samimi sanat eseri haline gelir.
Senin tenin lanetli bir katedralin topraklarında, zamanı yavaşlatan büyülü bataklığın yüzeyinde süzülen, frengili bir opera şarkıcısının son notasıdır. Orada, katedralin granit soğukluğunda değil, günahın sıcak ve vıcık kâbusunda birbirimize dokunuyoruz.
Bizi ayıran her kilometre sadece bir yanılsama; zira ruhlarımızın anatomisi, birbirine dikilmiş iki yetimhane çarşafı kadar iğreti ve ayrılmaz. Sürtünen organlardan fışkıran metafizik kriziz.
Göğsünün yükselip alçalması, bir mezar taşının sadece bizim duyabileceğimiz ritimle toprağı itme çabasıdır. Her gece, o mezar taşının altından gelen tırnak seslerini dinlerim, bilirim ki uyuyan sadece bedenlerimizdir.
Senin buğulu gözlerin bir tabutun pencerelerinden sızan soluk ay ışığıdır; ruhumu karanlık bir hücreye hapseden.
Vücudunsa gotik bir katedralin gizli bölmelerinde saklanan cinsel aforizmaların toplamıdır; her mermer kıvrımı, ölümün estetik bir iskeleti olduğunu haykırır.
Vücut, Tanrı'nın en kibirli eseridir; biz ise onun her kıvrımında, yasaklanmış dilbilgisini ararız. Ben, o katedralin sadece gece açılan demir kapısıyım. Aşkımız, sokak lambasının altında kusan dilencinin dahi tahammül edemediği görgü kuralı ihlalidir. Herkes aydınlık odalarda "sonsuzluk" diye fısıldarken, biz lağım farelerinin kemirdiği bir sessizlikte, "bir sonraki saniyeye dayanamayız" gerçeğini haykırdık. Çünkü ahlak, zayıfların birbirine tutunmak için icat ettiği, nemli ve yırtık bir gazetedir... Ve ben; onu okumayı reddediyorum!
Yırtık gazetelerle sarmalanmış vicdanlar, gece çöktüğünde hakikatin soğuğunu hisseder ancak. Tenindeki yanmış kitap kokusu tek kutsal metnimdir. Bütün bilgeliği ateşe ver bu yüzden; yalnızca küllerinden doğan o koku, gerçekten okumaya değerdir. Bu metinse herkesin sakladığı, çekmecede unutulmuş kan lekeli bir mektup olarak kalacaktır.
Gözlerin, bir zamanlar Tanrı'nın suretini taşıyan şimdiyse kendi dışkısında boğulan bir felsefe profesörünün son bakışındaki o nihilist pırıltıdır. Akıl, kendini en güzel şekilde öz yıkımının estetik çaresizliğini seyrederken ifade eder. Deliler gibi arzuluyorum seni!
Bu arzu, bir hastane koridorundaki çığlık kadar yavan ve aynı zamanda atomun parçalanması kadar evrenseldir.
Şehvetimiz, yeryüzünün damarlarındaki paslı suyun akışına benziyor; kirli, zorunlu ve durdurulamaz. Yatağımızsa uyuşturucu ticareti anlaşması kadar illegal ve ölümcül. Huzurun garantilendiği her ilişki, aslında ruhun yavaşça intiharıdır. Ben, senin hayvani içgüdülerinin üzerinde küçük bir isyan bayrağı taşıyorum; bu bayrak, geçmişin bütün pişmanlıklarıyla yıkanmıştır.
Aşk bir intihar anlaşması, sıcak sigara yanıklarıyla birbirimizin ruhlarında tasdiklediğimiz. Şiirlerimizse yasaklanmış orgazmların bitmeyen yankılarıdır; o yankılar ki tüm pazar ayinlerini paramparça ederler!
Toplumsal normlar mı?
Sadece fısıltılardan ibarettir onlar; bizim sesimiz, Babil Kulesi'nin yıkılışındaki taşların sesi kadar gürültülüdür oysa. Kalabalığın uyumlu gürültüsü, bireysel çığlıkların asla ulaşamayacağı sessizliklerden korkar. Uçuruma bak ve gör: Biz orada değiliz aşkım. Çünkü uçurumun ta kendisiyiz. İnsanlar uçurumlara düşmekten değil; uçurumun kendi içlerinde olduğunu fark etmekten kaçarlar. Bütün o ahlakçıların üstümüze tükürdüğü ve bizim kendi yüzümüze sürdüğümüz tükürükler, bizim parıltılı makyajlarımızdır. Bu makyajlar, gece yarısı sokaklarında, yüzünü kaybettiğini düşünen her şairin ilhamıdır.
Günah çıkarma odamdır kalbindeki kuyu. O kuyudan çektiğim her damla melankoli, mutluluğu iğrenç bir uyuşturucu gibi görmemi sağlıyor. Karanlığın kimyasını değiştiren simya laboratuvarıyız; sahte altınlar üretiyor ve bunları gerçek acılar karşılığında satıyoruz. Herkesin taptığı burjuva sevgisiyse sadece mide bulantısıdır bizim için.
Biz, günahın kılıcıyla cehennemin lambasını ç/alıp, aşkın kalbine doğru düzensiz ama ritmik bir yürüyüşe çıkanlardanız!
Ayaklarımızın altında ezilenlerse bütün o iyi niyetli, solgun ve sıkıcı erdemler yığınıdır.
Ve bu derin söylence bil ki bittiği yerde başlar: Birbirimizin cehennemine giden tek yönlü biletlerimizi kaşelettik. Artık geri dönüş yok. Sadece, sürtünmenin yarattığı geçici kanlı bir ışıltı ve sonra her şey, senden bana, benden sana akan zifiri karanlık, korkunç bir huzur olacaktır.
Efsane değiliz; sadece herkesin görmezden geldiği bir ayna çatlağıyız. Dünya, sadece kırılganlığıyla övünenlerin aynasında gerçek yüzünü gösterir. Bu çatlakta, kendi çirkinliğini seven yegane yaratıklarız. Bilirim ki aşk, yalnızca mezarda tam anlamıyla kusursuzluğa ulaşır, bedenlerin çürümesiyle ruhların sonsuzca birbirine kenetlendiği o an...
Atlas Atay...





Hg Atlas Atay. güzel yazı keyifle okudum. Selamlar
Edebiyatla ailesine hoş geldiniz Atlas bey nice güzel paylaşımlarınıza.
Saygımla...
Edebiyatla'ya hoş geldiniz Atlas bey nice paylaşımlarınıza
Hoş geldiniz sayın Atay.