Kabuğun Altındaki Yara

Kabuğun Altındaki Yara



Ufaldım...ufalandım...sonunda da parçalandım..



Bir toz tanesine kadar uzandı yolum...en başına gittim var oluşun, gözlerimle gördüm o büyük patlamayı ama neden ve nasıllarımdan arındığım için bu uzun yolculukta, bulduğum cevapları da hiç umursayamadım.


Çok yorgundum...sığınmak istedim tanrının koynuna..deliksiz ve ilahi bir uykuya ihtiyacım vardı..


Başka ne iyi gelirdi bana o an, bilemedim sadece saklanmak istedim sonsuzlukta.


Ama...


Öyle kalabalıktı tanrının koynu bir türlü yer bulamadım toz tanesi kadar küçülmüş olsa da varlığıma.


"Çok kalabalık buralar..kendi yolunu kendin belirle" dedi..bir ses..

Çok zaman sonra anladım ne demek istediğini...


Askıda kaldım bir süre zamanın kollarında. Bir cenin gibi kıvrıldım, savrulurken boşluğa. Sanki bitmemeye ayarlı bir yolculuktu benim ki...


Ben de izledim yanından geçen an-ları ama dur bile demedim, diyemedim...dilim kaybetmişti sanki tüm lafların hükmünü.


Derdim eskiydi benim biliyordum , derdim üzeri tozlanmış sandıklarda saklıydı...silinmişti çoğunun varlığı ama nedense hiç silemedim içimde bıraktığı karanlığı.


Kendimi gördüm sonra, daha çocuktum...kabuk bağlamış bir yarayı kopartmaya çalışıyordum...yüzümde bir telaş vardı ama meydan okumanın da izi yerleşmişti bakışlarıma...ağzımda hissettiğim, telaşla çoğalan tükürüğü... Yutkundum ama yutamadım boğazıma yine büyük gelen o ilk lokmayı...


Koptu kabuk, düştü boşluğa...engelleyemedim yüzündeki o keşfin gururlu bakışını...


Bu, zihnimdeki acıları fiziksel varlığıma bağlayan köprünün ilk taşıydı...sonradan anlayacaktım bedenimde bırakacağı kalıntıların ağrısını.


Bıraktım yine kendimi zamanın karanlık boşluğuna...


Artık ne fark edecek ki dedim..yine, yeni baştan yaşamak her şeyi, nasılsa degiştiremeyecektim hiçbir şeyi...ama izlemek zorunda kaldım, gözümden boşluğa süzülürken yaşlar...


Görkemli bir köprü yükselip durdu ruhumda...bu sefer duydum fısıltılarını.


Ruhumda açılan her kesiğin, gerçek dünyada nasıl hayat bulduğuna, bir yabancı gibi şahitlik ettim...inkar edemezdim...engel de olamadım.


Zaten engel olsam neye yarayacaktı ki...


Aşk için çekilen ızdırap, bir hiç için çekilenden daha mı anlamlı olacaktı...


Ya da bir doğru için çekilen acılar, bir yanlış için tenine kazınandan daha mı şerefli duracaktı...


Hepsinin ayrı bir hikayesi yok muydu..hepsi bir şeyler öğrettip de gitmedi mi... birini yalancılıkla suçlasam kendimi daha mı güçlü hissettirecekti...


Bir toz tanesiydim, bir toz tanesinden bile daha da çok küçüldüm.


Büyük patlamayı görmüştüm ama nedenini anlamak için tozdan bile küçük bir zerreye dönüşmek zorunda kaldım.


Belki bir cehenneme sürgün etti tüm bu hatalar beni ama kendimi kandırıp yapış yapış bir cennette yaşasaydım eğer...anladım ki daha huzurlu da olamayacaktım hayatta.


Kim bilir bu yüzdendi "insan kaç kere hayata gelirse gelsin aynı hataları yeniden yapar" demeleri.


Bu lafı bile kendimce anlayıp kabullendim gerçeğimi.


Pişmeden yenmiyorsa hiçbir yemek, olgunlaşmadan koparılınca ziyan oluyorsa her meyve....acımadan da öğrenemiyormuş insan, bir bütün olabilmenin her şeyi sahiplenmekten geçtiğini.


Zaten hep meydan okumuyor mu insan kendine..


Yetmiyor ya hiçbir şey...önce yaradaki kabuğu, sonra kabuğun altındaki kanlı dokusunu ,sonra daha altını, daha da altını oymuyor mu durmadan yaralarının.


En sonunda kemiğe dayanınca, işte o zaman duruyor... belki de sırf korkudan...


Korkuyor da ne oluyor...bu korkaklığın acısını da başka bir kabuktan çıkartıyor ya sonunda...


Ta ki saygı duyana kadar...


Ta ki bağrına basana kadar her bir yarasını...


Sonunda anlıyor bir gün tanrının koynunun çok kalabalık olduğunu. Toz tanesine dönse bile kendine yetecek kadar bir boşluğu asla bulamayacağını ve saklanarak hiçbir şeyden de kaçamayacağını.


Şimdi giderek sessizleşiyorsam, bu gereksiz haykırmanın bir anlamı olmadığını artık bilmemdendir...


Bazen dinlemek istemiyorsam söylenenleri, boş konuşmalardan kendimi arındırma isteğimdendir.


Ve herkese rağmen siyah bana göre beyazdan daha parlaksa, başkasının gözleriyle kendi hayatımı yaşayamayacağını bilmemdendir.



Sonuçta....

Her rengin gökkuşağında olmaya hakkı var..onları görmezden gelmek daha parlak yapmıyor hiçbir gökyüzünü.



15 Temmuz 2020 4-5 dakika 96 denemesi var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (14)
  • Büyük keyif aldım okurken güzel bir çalışma olmuş, sağlıkla Sayın Ulcay...

  • 3 yıl önce

    Güzel bir yazıydı tebrik ederim...

  • 3 yıl önce

    Çok harikaydı ruhum dinlendi keyif aldım.

  • 3 yıl önce

    Kendimiz olabilmek bütün mesele budur bence de ayrıca da acılar ki hayatın olmazsa olmazı gökkuşağında yerini alan aslolan kabulleniş değil midir ve onlarla yaşamayı öğrenme ,herkes kendini gökkuşağını yaratmalıdır daima :)sevgilerimle

  • 3 yıl önce

    Seçilen resim de yazıyla çok bütünleşmiş bayıldım :)) harika bir seçim Menekşe hanım